tırınımmm

29 Mayıs 2014 Perşembe

1

Yazmamak konusunda öylesine kararlıydım ki aslında.. yazacak bir şey kalmadı, söylenecek her söz söylendi, anlatılacak bir hikayemiz yok..
Ursula K. Le. Guin, En Uzak Sahil’de, ölümsüzlüğü ararken aklını kaybeden, tüm varlıklarını, ve hatta kendilerini var eden isimlerini dahi feda eden insanları anlatmıştı. Geri dönüşü olmayan dehlizlerde, vadilerde, deniz ile kara arası, ne deniz ne kara gerçekliğine sahip öte dünyadaki düşmanla savaşıyordu Ged. Savaşın bir bedeli olacaktı. Doğuştan sahip olduğu tüm büyü gücünü kaybetmek pahasına düşmanın peşini bırakmamıştı kahramanımız. Kendi karanlığı tarafından yutulan Kuğu, aslında tüm kaybedilen savaşların bedelleriyle sonsuzluğa sahip olduğunu söylemişti ona. “Yıldızlı gökyüzünün ardında” , kendi imparatorluğunu kuracak, yaşam ile ölüm arasındaki kayıp zamana hükmedecekti.
Okurken, vaat edilen toprakların ayaklarımızı, bileklerimizi, etimizi kesen kayalarına çarptığımı hissetmiştim. 
Bir ölümsüzlük, bir sonsuzluk sıkıntısı. Niye ?
Ged, Selidor’da  savaşı kazanmış, Kuğu’yu gerçek sonsuzluğuna kavuşturmuştu. Kalessin’in sırtında Çorak Topraklar’ı terk ederken artık bir büyücü değildi (bu bir bedeldi...)
Kuğu’nun açtığı ve sonrasında kendini yuttuğu delik kapanmıştı.
Aslında tüm gerçekliğimiz bu. Kendimizi yutan delikler açıyoruz. Kendimizi yutan deliklerde savaşıyoruz. Kendimizi yutan deliklere biat ediyoruz, tapınıyoruz.
Kendimizi, kendi öz varlığımızı kaybetmek pahasına o deliklere bırakıyoruz kendimizi. Savaş da orda, sulh da..
Yaşamla ölüm gibi…

garip...